Ülkücü Şehitler – KEMAL GÜRSOY

27 MAYIS 1982 KEMAL GÜRSOY BAFRA RAHMETLE ANIYORUZ.

Ülkücü gençlerin ağabeyleri de, babaları da Vahdettin Bahadır’dı. Başları ağrısa soluğu Vahdettin’in bürosunda alıyorlardı. Kemal Gürsoy sürekli Vahdettin’in yanına uğrayıp proje çiz diriyordu. Bir gün Vahdettin’e, “Vahdettin ha bu gençler sürekli senin yanına neden gelip gidiyorlar?” Diye sordu. O da, “Kemal hiç sorma, bu ülkücü gençler cami önünde bildir dağıttıkları için okuldan atıldılar. Başka okullara da kayıt yaptıramıyorlar” dedi. Kemal Gürsoy ısrarla, “Bu gençler için bir şey yapamaz mıyız, bir hal çaresi yok mu? ” Dedi. Vahdettin, “Aslında ben bir yol biliyorum. Ah ulan ah şimdi bir partimiz olacaktı, sen o zaman görecektin” diye ağzından sözler dökülüverdi. Kemal, “Hadi kalk”, gidiyoruz dedi. Vahdettin, “Nereye?”, Kemal, “Kaymakamın yanına gidiyoruz, bu çocuklara haksızlık yapıldığını söyleyeceğiz” dedi. Birlikte Kaymakam Şükrü Özhan Bey’in yanına gittiler, öğrencilerin durumunu anlattılar. Kaymakam Milli Eğitim müdürü ile görüştü, sonuç alamadılar.

Bafra Lisesi’nde komünist faaliyetlerini kamuoyuna duyurmak için bildiri yayınlayan ülkücü öğrencilerin okuldan atılması Kemal Beyi derinden etkilemişti. Sonunda birkaç samimi dost yan yana geldiler ve Kemal Gürsoy onlara düşüncelerini anlattı. “Hemen partiyi kuracağız,” dedi. 1972 yılında Milliyetçi Hareket Partisini kurdular. Vahdettin Bahadır, Kemal Gürsoy, Osman Atmaca(Atilla’nın babası), Mehmet Korkmaz(Yaşar Hocaoğlu’nun babası), İsmail Atmaca(Yusuf Atmaca’nın babası), Hüseyin Yazıcı(Mustafa Yazıcı’nın babası), Abdi Akbulut (Patozcu-Şeyhulaş köyünden), Mustafa Kaynak, Şakir Aksoy, Mevlüt Türköz, Vahap Uzungünay, Koreli lakaplı kimsesiz Dursun Ali Okutan’dan oluşuyordu yönetim kurulu. Böylece Bafra’da Milliyetçi Hareket Partisi’ni Ülkü Ocaklarının üst katında faaliyete geçirdiler. MHP Genel Merkezi Ömer Karakullukçu’ya Bafra’da parti kurma görevi verilmişti. Bütün gayretlerine rağmen partiyi kurma kendisine nasip olmamıştı, ama söz vermişti, eğer Bafra’da parti kurulursa ışıklı tabela yapacağım diye. Daha önce partinin tabelası saçtı. Ömer Bey sözünde durdu ışıklı tabelayı binaya astılar. Ülkücüler hava karardığında her yarım saatte meydana inip ışıklı tabelayı seyretmeyi adet edinmişlerdi. Işıklı tabelaya bakmaktan keyif alıyorlardı.

İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde, eğitim kurumları ve üniversitedeki gençlik üzerinde oynanan kirli oyunlar, zamanla fabrikalara, iş yerlerine ve mahallelere taşındı. Böylece milleti tedirgin etmek ve sosyal hayatı kargaşaya düşürmek amaçlanıyordu. Sonunda kurtarılmış okullar, iş yerleri ve mahalleler ortaya çıktı, devletin otoritesi ve milletin huzuru iyice bozulmuştu.

Öyle bir zaman gelmişti ki, öldürülenlerin sayısını bile tespit etmek mümkün değildi. Kiralık eller tarafından kurşunlar sıkılıyor, eşlerin çocukların, babaların, anaların yüreklerine ateş düşüyordu. Türk milletinin tarih sahnesine çıkışından beri insanlar hiç bir zaman bu kadar sahipsiz kalmamışlardı. Türkün öz yurdunda, Türk milletine sevdalı yürekler, gönlünü Rus’a, Çin’e satan kiralık uşaklarca katlediliyordu. Bu millet böyle katliamı düşmanlarından bile görmemişti.

Ülkücüler, bu ülkede hiç bir yabancı liderin portresini, hiç bir ülkenin bayrak ve sembolünü ellerinde taşımadılar. Ve hiç bir ülkenin marşını söylemediler. Sadece “Esir Türklere Özgürlük” dediler .”Ne Amerika ne Rusya, ne Çin. Her şey Türklük için” diyerek şehit oldular.

Ülkücüler, albayrak göklerden inmesin, ezan susmasın, vatan bölünmesin, Türk milleti ilelebet yaşasın diye henüz bıyığı terlememiş yiğitler birer ikişer şehit oluyorlardı. Onlar Türk milletine sevdalıydı. Çünkü atalarının yolundan gidiyorlardı. Hoca Ahmet Yesevi’nin gönül erlerinin keşfettiği, Alparslan’ın vatan yaptığı bu kutlu topraklar için baş koymuşlardı bir kere. Onlar geleceğin mirsacılarıydı. Yüce bir davayı küçücük omuzlarına yüklemişlerdi. Onlar ataları gibi gönül erleriydi. Kin, nefret yanlarına yaklaşamazdı. Kalplerinde sevgi muhabbet vardı. Tek amaçları vardı, insanlarının başı dik, karnı tok, milletinin onurlu yaşaması.

 

Kemal Gürsoy’un hizmetlerini yazacak ne kalem nede sığdıracak kağıt bulabilirsiniz. O Ülkücü Hareketin her şeyiydi. Kutlu yolun sevdalılarının yüklerini omzuna almış gece gündüz çalışıyordu. Minibüs kiralar, gençlerin başında köylere seçim çalışmasına giderdi. Kendisi masada oturur, yanındaki gençleri konuştururdu. Onu herkes tanırdı, tam bir gönül adamıydı. Seçim çalışmalarında sıkça karşılaştığı soru, “Kemal ha bu gençleri peşine takıp ne gezersin? Senin yanında saçı sakalı ağarmış yaşlıları hiç göremeyecek miyiz?” O ise, “Öyle söylemeyin bu çocuklar Üniversitelerde okuyor, hepsi akıllı okumuş çocuklar,” derdi.

Ülkücüler bir minibüsle köylere seçim çalışmasına gidiyorlardı. Tabi grup yolları üzerindeki köyler seçiliyordu. Diğer partiler gibi maddi imkanları yoktu, ama Kemal Gürsoyları vardı. Hava kararmadan partiye gelir, gidilecek köyleri planlar, minibüs aşağıda hazır beklerdi. Konuşmacı olarak her köye iki kişi bırakılıyor, konuşmalar bitince en uzak köyde bırakılan konuşmacıdan başlanarak herkesi toplayıp şehre dönüyorlardı. Konuşmacılar Yaşar Buharalıoğlu, İhsan Şahin, Murat Cevahir, Zihni Şahin, Hasan Aslan, Cahit Yazıcı, Baha Sertkaya, Mustafa Yılmazer, İsmail Kömürcüoğlu ve Tayyar Hatipoğlu’ydu. Başlarında Kemal Gürsoy vardı.

Hani Yüce Peygamberimiz şöyle buyurmuştu, “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Ancak şu üç şey bundan müstesnadır; Sadaka-i cariye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.” Bugün kasaba da ki namaz kılınan camilerde, Yüce Kitabımızı öğrendiğimiz Kur’an Kurslarında, okuduğumuz okullarda, muayene olduğumuz sağlık ocaklarında, kimsesizlerin evinin duvarında hep onun çakılları vardır. Adının geçtiği yerlerde hayırla yad edilir. Onun amel defteri yaptığı yardımlarla kapanmadığı gibi, yetiştirdiği hayırlı evlatlarıyla da kapanmadı. Bafra’daki kol kanat gerdiği bütün ülkücüler onun evlatlarıydı. Bu gün onun evlatları babalarının yolunda kimsesizlerin kimsesi olmayı ısrarla devam ediyorlar.

O rahmetli Türkeş’in Türkiye’de sevdiği on on beş partiliden birisiydi. Kemal Beye güvenir, itimat ederdi. Kemal bey gençleri sık sık uyarıyordu. “Çocuklar aman dikkat edin, kahvelere gitmeyin. Son günlerde sıkça görüyoruz bu komünistler polis kılığında arama yapıyor sonrada yüzlerine maske geçirip hiç acımadan kurşun sıkıyorlar. Çocuklar aman ha tek sağlam kale olarak siz ülkücüleri görüyorum. Ülkücülük yıkıldığı takdirde Türklükte Müslümanlık’ ta kalmaz” diye uyarıyordu.

Kemal Gürsoy ülkücüleri Mamak Askeri cezaevinde de yalnız bırakmazdı. Mahkeme salonunda erkenden yerini alırdı. Bir gün yine Mamak Askeri Cezaevine gitmişti, ülkücüler mahkeme salonunda başkanları Kemal Gürsoy’u karşılarında görünce yüzleri ışıldadı ve tebessüm ettiler. Cezaevi yönetimi, “Siz misiniz mahkemede tebessüm eden,” diyerek ülkücülere mahkeme çıkışı sopadan geçirmişlerdi. Ülkücülerin sopa umurlarında bile değildi, onun gelmesi her şeye değerdi.

23 Aralık 1979 Pazartesi, Samsun-Ankara seferini yapan THY ait Trabzon uçağı inişe geçtiği sırada türbülans nedeniyle Ankara Çubuk’ta Türbe Tepe’ye düştü. Dört kişi kurtulmuş, otuz dokuz kişi ise hayatını kaybetmişti. Onlardan birisi de inşaat mühendisi Vahdettin Bahadır’dı.

Kemal Gürsoy, İsmet Çerçi televizyondan haberi duyar duymaz Tevfik Güven’in babasının Renault marka otomobiliyle ağlayarak Ankara’ya gittiler. O ne hızdı yarabbi! Türbe tepeye vardıklarında enkazdan hala ateşler, dumanlar çıkıyordu. Asker tepeyi çembere almış kimseyi yaklaştırmıyordu. Vahdettin Bahadır’ın eşi de gelmişti. Cesetler tanınmayacak vaziyetteydi. Vahdettin’i azı dişindeki altın kaplamasından tanıdılar.

Milliyetçi Cephe Hükumeti kurulduktan sonra Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak Beyi birkaç arkadaşıyla ziyarete gitti. Gün Bey misafirleriyle çok ilgilendi. Bu ilgisini şöyle ifade etti, “Sizler babamın hatırası olan ilçeden gelmişsiniz, başımın üzerinde yeriniz var. Rahmetli babam genç Cumhuriyet kurulduğunda fakir milletin kalkınması için Bafra’da Kereste fabrikası kurmuş ve devletine hediye etmişti. Ayrıca sizler ile bir gurur daha duydum. Bu güne kadar yanıma gelen başkanlar hep iş, aş istedi. Ama sizler Bafra’nın sıkıntılarını bize ilettiniz” dedi. Kemal Bey, Bafra tütün bölgesi olduğu için bir tütün politikasının belirlenmesini kendilerinden rica etmişlerdi. Piyasalar açılmadan her mart ayında tütün taban fiyatlarının belirlenmesini istiyordu. Geçimini tütüne bağlayanlar bu yıl tütün kaç lira olacak diye düşünmemeliydiler. Belirlenen taban fiyatının aşağıya inmemek, yukarı çıkmak şartıyla tespit edilmesini istiyorlardı. Çünkü küçücük çocukların bile bir yıllık emeği, alın teri vardı içinde. Gün Bey ile samimi muhabbetleri giderek arttı.

Bir gün Rus yapımı göbekten dönmeli çakıl çıkarma sallamalı alet almak için Gün Beyin yanına gitti. Gün Beye, Sayın Bakanım yıllarca komünistlerle mücadele ediyoruz, şimdi ise komünistlerin makinasını almak istiyoruz, bu doğru mu acaba?” dedi. Bakan ile beraber gülüştüler. Makinayı getirdiler ama devamlı diş sıyırıyordu. Kemal Bey mükemmel bir tornacıydı. Kollarını sıvadı, tornanın başına geçti güzel bir dişli yaptı ve sıkıntıyı giderdi.

 

12 Eylül sabahı polis otosu Çilhane mahallesinde Kemal Gürsoy’un evinin önünde durdu. Kemal Gürsoy evin penceresinden dışarı bakıyordu. Otomobil ’den inen polis pencereden bakan Kemal Gürsoy’a seslendi; “Kemal amca polis karakoluna kadar bizimle gelir misin? Bak arabada diğer siyasi parti ilçe başkanları da var. Formalite işte. İfadenize başvuracağız” dedi. Gerçekten otomobilde CHP ilçe Başkanı Ali Özçelik, DYP ilçe Başkanı Ahmet Kuru vardı. Pencereden tok sesiyle bağırdı; “Siz gidin ben gelirim” dedi. Polis memuru bir üst makamıyla görüştüğü belliydi. Telsizin ucundaki Emniyet müdürüydü ,”Bırakın o gelir” dedi. Polis Kemal Bey’e döndü; “Peki Kemal amca” dedi ve gitti. Kemal Gürsoy söylediği gibi biraz sonra karakola gitti, ifadesini verdi ve evine döndü.

Bir gün sonra Emniyet mensupları Ülkü Ocaklarında arama yapmaya geldiklerinde binada Kemal Gürsoy ve Mustafa Atış vardı. Eşyalar Çilhane mahallesinde Gürsoyların Ali Kale Caddesindeki atıl bir binasına yerleştirilerek mühürlendi. Kemal Gürsoy ülkücüleri Mamak Askeri cezaevinde de yalnız bırakmadı. Mahkeme salonunda erkenden yerini alırdı. O gün ülkücüler mahkeme salonunda başkanları Kemal Gürsoy’u görünce arkaya dönüp yüzleri ışıldadı ve tebessüm ettiler. Siz misiniz mahkemede tebessüm eden mahkeme çıkışı bir araba dolusu sopa yediler. Sopa umurlarında bile değildi, onun gelmesi her şeye değerdi.

Kemal Bey 27 Mayısı hiç sevmezdi. 27 Mayıs’ta Türkiye çok acılar çekmişti. İşte 27 Mayıs 1982’de ülkücüleri yetim bırakarak bu dünyadan göçtü. Bafra’daki ülkücülerin Türkeş’i ölmüştü. Ülkücülerin artık sırtlarını okşayacak, dertlerine koşacak, yaralarını saracak kimseleri kalmamıştı.

Bunları da sevebilirsiniz