Türkiye’nin, hayat pahalılığı, eğitim, yoksulluk, adalet, toplumsal değerlerin aşınması, terör ve işsizlikten önceki en önemli problemi “siyasetin itibarı” problemidir.
Siyaset kurumu uzun yılların birikimi ile bugün itibarıyla başta iktidar cenahı olmak üzere hemen hemen tüm siyasi partiler tarafından neredeyse işlevsiz hale getirilmiştir.
Siyaset kurumunun etkin olduğu her birimdeki adayların (il, ilçe başkanları, yönetim kurulu üyeleri, delegeler, parti üst yöneticileri, belediye başkanları, belediye, il genel, TBM meclislerinin üyeleri vd) belirlenmesi yönteminden tutun da belirlenen adayların niteliklerine varıncaya kadar her konuda siyaset sınıfta kalmıştır.
Siyasetçiler, kendi var olma neden ve gereklerini inkar eden eylem ve söylemler içerisinde bulunarak en büyük kötülüğü demokrasiye ve hukuk devletine yapıyorlar.
Siyaset kurumu insana, topluma, millete hizmetin en başat aracı iken bugün bir çokları için geçim kapısı, makam mevkiye ulaşmanın en önemli yolu yöntemi haline getirilmiştir.
Eskiler,“şeref’ül mekân b’il mekîn” yani bir makamın şerefi, orada oturandan gelir derlerdi. Yani siyaset yoluyla bir makamı dolduran insan bilgi, beceri ve dirayetiyle o makama şeref verirdi. Tabii ki istisnaları var. Ancak artık makam ve mevkiler, oraları şereflendirecek şahıslar tarafından değil aksine işgal ettikleri makam ve mevki sayesinde onurlanan ve itibar kazanan kişiler tarafından dolduruluyor. Bu şahıslar itibarlanırken, siyaset kurumu itibarsızlaşıyor.
Bir ülkede siyasetin itibarsızlaşması, işlevsizleşmesi demek yolsuzluğun, rüşvetin, mafyanın, hakkını hukukunu başka mecralarda aramanın (ihkâk-ı hak) önünün açılması demektir.
Yozlaştırılarak ya da işlevsizleştirilerek itibarı yok edilen siyasetin ülkeleri ne hale getirdiğini görmek için Güney Amerika ülkelerine bakmak yeterli. Brezilya, Arjantin, Meksika, Kolombiya, Venezuela örnekleri karşımızda duruyor. (Bu bölgede adeta huzur adası gibi istisna olarak bulunan bir Uruguay örneği var ki orası da tüm problemlerini -komşularının aksine- doğru siyaset ve düzgün siyasetçiler eliyle halletmiştir.) Umarım yanılıyorumdur ama maalesef iktidarıyla muhalefetiyle Türkiye siyaseti de Güney Amerika siyasetine doğru koşar adımlarla yol alıyor.
Bakınız, ana muhalefet partisi CHP, yerel seçimlerdeki tarihi başarısından sonra bir“ne oldum deliliği ve şımarıklığı” içerisine girdi. Örneğin 2024 Paris Olimpiyatları’nda İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2036 Olimpiyatları’nı İstanbul’a alabilmeye yönelik kulis / lobi faaliyetleri için Paris’in ünlü moda müzesi Palais Galliera’da (Galliera Sarayı) açılan ‘İstanbul Evi’nin bir haftalık kirası 249 bin Euro idi. <Hani siz ‘saray’lara karşıydınız?> Sıradan bir vatandaşın bile Olimpiyatlar gibi dev bir organizasyonun ancak merkezi idare ile talip olan şehrin yerel yönetiminin işbirliği ve ortak projesi ile gündeme gelebileceğini, merkezi idarenin desteği olmadan böyle bir projenin hayata geçemeyeceğini öngörebilirken bu durumu İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin CHP li yöneticileri bilmiyor muydu? Sadece kirası 249 bin Euro olan bu etkinlikte harcanan halkın parasının tamamı ne kadardı? Nasıl bir savurganlıktır bu ve bu savurganlığı kendilerine hak görenler iktidar partisinin devletin imkanlarını dilediği gibi kullanıyor olmasını hangi gerekçeyle eleştirebilirler?!!!
Bir makam sahibi olunca evini çevresini hemen değiştiren halk adamlarını(!), yönettikleri belediyelerde yaptıkları bazı atamalarla “liyakat hak getire” dedirten bazı halkçı yöneticileri(!) zikretmiyorum bile!!! Neyse!
Ana muhalefet partisi CHP, kronikleşip yığın haline gelmiş toplumsal problemlere somut, akılcı çözüm önerilerini, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin tümden yenilenmesi ya da alternatifiyle ilgili projelerini hazırlayıp kamuoyuna sunup, kamuoyunun da onayını almış gibi şimdiden parti içinde Cumhurbaşkanlığı makamından belediye meclis üyeliklerine varıncaya kadar gelecek seçimlerde kimin hangi koltuğu kapacağı yarışması ya da amiyane tabiriyle kapışması başlamıştır. Siyaset, vatandaşın derdiyle dertlenme ve sorunlarına çözüm üretme kurumudur. Makam mevki sahibi olmak için kapışma arenası değildir.
İktidar partisi ise iki gün önce Ankara’da büyük kongresini topladı. Her zaman olduğu gibi yeni bir dönemin başlangıcı olacağı iddiasıyla toplandı, kongre. Eski Türkiye’nin değil yeni Türkiye’nin ve Türkiye Yüzyılı’nın kongresi idi. Bu karda kıyamette Türkiye’nin dört bir yanından on binlerce insan o hiç bitmeyen umutlarıyla Ankara’ya akın etmişlerdi.
Milletin açlık problemi var, geçim sıkıntısı problemi var, adalet problemi var, işsizlik problemi var, toplumsal ve etik değerlerin aşınmasından kaynaklı onlarca farklı problem var. Siz böyle bir kongreden tüm bunlarla ilgili somut, akılcı çözümler ve bu çözümlere uygun bir MKYK bekliyorsunuz ama kongrede verilen mesajların büyük çoğunluğu muhalefeti ve bir kısım sivil toplum örgütünü eleştirmekten ibaret. İktidar partisinin yeni dönemdeki politikalarını belirleyecek 75 kişilik MKYK’nun %10’unu ise muhalefet partilerinden transfer edilen milletvekilleri oluşturuyor. Hatta bunlardan ikisi partiye katıldıkları gün doğrudan MKYK’na giriyorlar. Hani milletvekili transferleri eski Türkiye’de kalmıştı? Hani Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte bu tür transferlere tevessül edilmeyecekti? Türkiye Yüzyılı’nın başlangıcı böyle olursa devamının nasıl olacağını düşünmek dahi istemiyorum.
İktidar partisinin yeni MKYK’na bir zamanlar Türk pasaportuna burun kıvıran, Türk Millî Takımı yerine Alman Millî Takımını tercih eden Mesut Özil’in alınmasını konu dahi etmiyorum. Mesut Özil muhtemelen “eski Türkiye'”nin pasaportuna burun kıvırıp milli takımında oynamayı reddediyordu!!! Artık “yeni Türkiye”‘deyiz, nasıl olsa!
Haa bu arada haklarını teslim edelim : İktidar partisinin büyük kongresinde partinin yeni dönemdeki propaganda şarkıları da tanıtılmış. Milletin kâhir ekseriyeti “Yandım Allah!!!” şarkısı eşliğinde çırçır çığırırken iktidarın propaganda şarkılarıyla ilgileniyor olması siyasetin halktan ne kadar koptuğunun da göstergesidir.
Sonuç olarak iktidar da, muhalefet de eylem ve söylemleriyle siyaseti her geçen gün itibarsızlaştırmaktadırlar. İtibarsız siyaset de halkın problemlerinin, milletin değerlerinin en uzağındaki siyasettir.
Vatandaş, siyaset kurumuna da güvenemeyecekse ve gerektiğinde siyaset kurumuna da sığınamayacaksa peki ne yapacak?!!!