BİR BAHÇEM OLSA VE HER KARIŞ TOPRAĞINA KİTAP EKSEM

 

 

 

Romalı şair Horatius, ah ne güzel söylemişsin sen öyle! Uzun uzun yıllar önce. ‘’Elimde olsaydı her karış toprağa buğday eker gibi kitap ekerdim.’’ Diye.

  Elimde olsaydı ben de ekerdim emin olun. Herkes okusun diye. Herkes düşünsün, hissetsin, çorak kalplere ve zihinlere bahar yeli essin diye.

  Zaten edebiyat sizin için yaşamsal bir kodlama haline gelmişse; okumayı, araştırmayı, yazmayı seviyorsanız kitapların hayatınızın önemli bir parçası olması durumu olağan; olağan olduğu kadar da bitmesini istemediğiniz güzel bir vuslat oluveriyor. Herkes bir kitap alır eline, evirir çevirir, çoğunlukla ön ve arka kapağı şöyle bir okur, herkes duyabilir kokusunu belki, ama herkes için aynı şeyi ifade etmez kitaplar. Herkes tutar elinde, ama sımsıkı sarılmaz belki.

  Kitapların her birimizde bıraktığı lezzet, hayatlarımıza kattığı anlam ve kazanım da bir değildir hiç kuşkusuz ki. Bedenin götüremediği yerlere götürür bizleri bu kadim dostlar. Ruhumuzu, benliğimizi. Bazen de demek isteyip de diyemediğimizi, hissedip de dillendiremediklerimizi söyler bize kitaplar. Sendekini sana katar, içine işler, kafanı kurcalar. Tedavi eder, iksir olur yaralarına ve içindeki sessiz suskun o irine.

 Ne olduğu, nerden gelip nereye gittiği, en çok hangi yazarın kitabının sattığı polemiklerinden çok daha ötededir, çok daha başka bir yerdedir. Hem ben ne çok kitap biliyorum şaheser niteliği taşıyan, zengin, hisli ve yetkin, ama gel gör ki yeterince popüler olamama engeline takılıp da tozlar raflarda ölümü bekleyenleri. Onlar anlaman, sorgulaman, içselleştirmen, dokunman, benliğine akıtman için vardır, hep de var olacaktır.

   En yoksul, en zorlu, en baskıcı dönemlerde bile yok edilememiş, ayakta durmuş direnmiştir bu kadim dostlar. Kim bilir ne acılar çekmiş, kaç kez yırtılmış ve toplatılmış, kaç kez düşmüş ve düştüğü o çukurdan tozdan topraktan bir el onu kaç kez çıkarmıştır gün ışığına, kim bilir. Ona burun kıvıranlara, gereksiz görenlere, ‘’Artık internet çağındayız kitap da ne demek yahu!’’ gibi zırvalıklara kaç kez gülüp geçmiştir kendinden emin ve alaycı bir tebessümle. Ortalarda göğsünü gere gere ‘’Kitap okumayı hiç sevmem, buna hiç de ihtiyaç duymuyorum.’’ gibi teranelerle dolaşan tuhaf tiplere dönüp de ‘’Tamam arkadaş sen okumuyor olmanın eksikliğini hissetmiyor olabilirsin, ama biz senin kitap okumuyor olmanın eksikliğini fazlasıyla hissediyoruz.’’ dediği bile görülmüştür.

    Sırf okuyor görünmek için kahvesinin yanına iyi gider diye eline bir kitap alıp da harflerin baş aşağı durduğunu bile saatler sonra fark eden insanlar da, elbette ki payına düşen muameleyi görmüştür kitapların kendi aralarındaki gizli sohbetlerinde. Bari ters tutmasaydın be kardeşim, hak ettin bunu. Ne çok emek ne çok bilgi ne çok duygu var o kitabın içinde, ah bir bilsen. Okumak için eline aldığında gözleri umutla parlayan çocukların ve büyüklerin önünde ise her daim saygıyla eğilmiştir kitaplar, buna ben de şahidim. Benimse en büyük isteğimdi sanırım, kitaplar yazmak. Belki duyulur adları hak ettiği muameleyi görür, belki de duyulmaz ve tozlu raflarda intihar ederler bu makûs talihe boyun eğip, bilinmez. Ama bu benim için bir ülkü bir ideal bir tutku idi, bu sevgimi de hiçbir sonuç değiştiremez. Emin olduğum tek şey bu.

   

  Ve ben… Evet, bir gün o bahçeye o tohumları ekeceğim, herkes okusun diye. Önemli fikir adamı ve yazar Cemil Meriç’in gözleri kör olana, son anına değin yazmaktan ve okumaktan hiç vazgeçmediğini, hatta otuz sekiz yaşında tamamen kör kaldığında dahi bunu yakınlarından istediğini de iyi bilen ve gören o kitaplar filizlensin diye.

Bunları da sevebilirsiniz