Ermeni Meselesine Yumuşak Bir Dokunuş

Ermenilerin Osmanlı Rus savaşlarında Osmanlı ordusunun arka bölgelerinin güvenliğini tehdit ettiğini, sivil halka karşı katliamlar yaptığını yine Rus belgelerinden öğreniyoruz.

Ermeniler Kafkas kökenli halklardandır. Rus asıllı tarihçi Lev Nikolayev Gümilev’in Eski Türkler adlı kitabından, Ermenilerin 4 yüzyıldan itibaren Kafkasya bölgesinde varlık göstermeye başladığını öğreniyoruz.

Türklerin de aynı dönemlerde Orta Asya steplerinden başlayarak çıktıkları binlerce yıllık yolculuklarında, eski kıtayı boydan boya geçtiğini, bu ilerleyiş esnasında Ermeniler ile temasları olduğunu görüyoruz. Ermeniler’in zaman zaman Türklerin yanında, zaman zaman da düşmanları olan Persler, Grekler ve Bizanslılar gibi toplulukların yanında yer aldıklarını görüyoruz.

Bu ilk temaslar sonrasında, komşu olarak ve bazen bir arada yaşayan Ermeniler ile Türkler arasında, bir sürtüşmenin ve çatışmanın tarih tarafından not edilmediğini görüyoruz. Bu durum Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarına kadar bu şekliyle süregelmiştir.

1789 Fransız devrimi sonrasında yayılmaya başlayan milliyetçilik fikirleri, Avrupalı güçlere Osmanlı’yı zayıflatma ve toplumsal bütünlüğünü bozma fırsatı sunmuştu. Sırplar, Rumlar, Bulgarlar ve Yunanlılar, Osmanlıya karşı başkaldırıp kendi devletlerini kurarken, Ermeniler birlikte yaşamaktan yana davrandılar.

Ancak bu parçalanmadan çıkarları olan İngiltere, Fransa ve Rusya gibi Avrupalı güçler, Ermenilerin koruyucu rolünü üstlenmeye soyundular. Uluslararası görüşmelerde konferanslarda ve anlaşmalarda bu konuları gündeme almaya başladılar. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşında Ermeni komitacıları, ilk defa Osmanlıya karşı silahlandırılıp kullanıldılar. Ayrıca Ermeni komitacıları kendilerine vaat edilen doğu ve güney doğu illerinde sivil halka karşı bir kırıma giriştiler.

Bu ilk çatışmalar, iki toplum arasındaki dayanışmanın düşmanlığa dönüşmesine yol açtı. Artık Ermeniler Osmanlı’nın düşmanları için kullanılabilecek bir güç olarak ortaya çıkmaya başladı. Her barış görüşmesinde, her konferansta Ermeni sözcüğü daha fazla duyulur oldu.  Sonrasında Ermeniler daha fazla Türklere saldırmaya başladı. 1000 yıl boyunca bir arada–birlikte yaşayan iki topluluk, 1900’lü yıllarda birbirini yok etmeye hazır iki topluma dönüştürüldü ve karşılıklı çatışmalar başladı.

Amerikalı Tarihçi Profesör Justin McCarthy, bu durumu Ermeniler tarafından başlatılmış, sonra da iki taraflı hale gelmiş büyük bir çatışma olarak görürken (EK 1 yazı özeti), içinde bazı Türklerin de bulunduğu karşıt görüş, Türklerin Ermenileri katlettiği yolunda bir tez ortaya koymaktadır. Bilgi Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Murat Belge de bu görüştekilerden birisidir. Onun 03 Temmuz 2012 tarihinde Ermenistan ziyaretinde verdiği bir röportajında, Türklerin Ermenileri katlettiği ve Ermenilerden özür dilenmesi gerektiği yolunda ifadelere rastlanmaktadır

Ermenistan dışında yaşayan Ermenilerin, bu çatışma konusunda çok iyi bir propaganda çalışması yürüttüğünü, Türkiye’nin ise daha savunmacı ve pasif kaldığını görüyoruz. 1915 yılı öncesi ve sonrasında yaşanan trajedinin ve iki taraflı çatışmaların doğrudan, Türklerin Ermenileri katlettiği şeklinde bir sonuca doğru sürüklendiğini görüyoruz.

Ancak bu baskı ve yönlendirmelerin etki tepki olayına dönüştüğünü ve Türklerin soykırım yapmadığını düşünen kişi (Mehmet Perinçek, Prof. Justin McCarthy) grup (Talatpaşa Komitesi) ve kurumların (TBMM, Türk Tarih Kurumu ve birçok Üniversite), karşı atağa geçtiklerini gözlemliyoruz. Bu konuda İstanbul Üniversitesi araştırma görevlilerinden Mehmet Perinçek’in çok önemli bir arşiv çalışması yaptığını, Rusça öğrendiğini, Rus devlet ve üniversite arşivlerini incelediğini, bulguların Ermeni tezinden çok Türk tezlerini destekler nitelikte olduğunu ortaya çıkardığını izliyoruz (Rus Devlet Arşivlerinden Ermeni Meselesi Kitabı).

Peki gerçekte, 1915 yılı öncesi ve sonrasında neler oldu:

1878 tarihli Berlin Konferansı, Ermenilerin yaşadığı bölgelerde Osmanlı İmparatorluğu’nun ıslahat yapması gerektiğini, bunun da 6 büyük Avrupalı devlet tarafından denetlenmesini kararlaştırdı. Halbuki M Perinçek’in kitabının 23. sayfası Osmanlıdaki Ermenilerin dünyadaki diğer Ermenilere bakarak, çok iyi durumda olduklarını kaydediyor.

Sonrasında ise batılı güçler Ermenileri silahlanmaya, bağımsız bir devlet kurmak amacıyla eylemler yapmaya teşvik etti. Hatta İngilizler Karadeniz’den Akdeniz’e uzanan bir Ermenistan vaadinde bulundu. Bu teşvik, destek, silah ve milliyetçilik ideolojisi, Ermenileri Doğu ve Güneydoğu vilayetlerinde Müslüman halka karşı katliam yapmaya, onları bölgeden çıkarmaya yöneltti. Ayrıca Ermenilerin Osmanlı Rus savaşlarında Osmanlı ordusunun arka bölgelerinin güvenliğini tehdit ettiğini, sivil halka karşı katliamlar yaptığını yine Rus belgelerinden öğreniyoruz. Hatta Rus komutanların cepheden gönderdiği katliam ve yağma suçlarına ait bilgi ve belge nedeniyle bir çok Ermeni komitacı ve askerin (Ermeni Gönüllü Taburları) Rus Mahkemelerinde yargılanarak idama mahkum edildiğine rastlıyoruz.

Yöredeki Müslüman halkın da Ermenilere karşı eylemlere başlamasının bir katliama dönüşmemesi ve Osmanlı Ordusunun güvenliğinin sağlanması düşüncesi Osmanlı hükümetini tedbir almaya yönetmiştir. 24 Nisan 1915 tarihli karar ile Bölgedeki Ermenilerin birçoğu başka bölgelere zorunlu göçe tabi tutulmuştur. Rus Belgelerine göre bu zorunlu göç uygulanmasaydı, bölgede büyük katliamlar yaşanacaktı. Bu zorunlu göç esnasında, her ne kadar Osmanlı Hükümeti her türlü tedbiri almış olsa da, dönemin şartları dikkate alındığında yaklaşık 200 bin kişinin hayatını kaybettiğini görüyoruz. Ancak Anadolu’da devam eden savaşta 300 bin kişinin hayatını kaybettiğini yine bu belgelerden öğreniyoruz. 400 bin civarında Ermeninin Türklerle bir arada yaşamak üzere din değiştirdiğini, 200 bin Ermenin ise Rusya’ya göç ettirildiğini kayıtlardan öğreniyoruz.

İşte Ermenilerin tezlerini dayandırdıkları ve soykırıma uğradık dedikleri olaylar bu çerçevede gelişmiştir. Ermeni tezleri neden sonuç ilişkisinden ve kendi yaptıkları katliamlardan bahsetmemeyi hatta inkar yoluna gitmeyi tercih eder bir durumdadır. Yine Ermenistan’ın kurulmasında önemli rol oynayan ve yöneten Taşnaksutyun Partisinin Kurucusu ve 1920’li yılların Ermenistan Başbakanı O Kaçaznuni’nin kendi kamuoyu ile paylaştığı bilgilerden şunları tespit ediyoruz. “Kafkasya’da oluşturulan gönüllü birlikler kontrolden çıktı. Kayıtsız şartsız Rusya’ya bağlandık. Hayal alemine daldık. Türkler bizi göçe tabii tuttu. Türkler ne yaptıklarını çok iyi biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır.”

Eğer 1915 yılında yaşananlar bir soykırım olarak o zaman değerlendirilir ise; 1919 ve 1920 yıllarında Van’daki Ermeni Ayaklanması ve Adana’daki (Klikya) Fransız destekli Ermeni ayaklanması ve Milli Ordu ile savaşması açıklanamayacak konular olarak kalacaktır.

Günümüze gelindiğinde; Türk tarafı iki taraf arasında 1900’lü yıllarda ve sonrasında yaşanan olayların, ortak bir komisyon kurularak incelenmesi gerektiğini belirtmiş ve hem Osmanlı hem de Türkiye Cumhuriyeti arşivlerini incelemeye açmıştır. Başlangıçta ortak komisyon kurulması fikri Ermenistan tarafından kabul edilmiş ancak Ermenistan parlamentosu tarafından bu öneri sonradan kabul edilmediğinden bir ilerleme kaydedilememiştir.

Ermeni tezi, Prof. Murat Belge’nin de inandığı ve savunduğu şekli ile Türklerin soykırım yaptığı şeklindedir. Buna karşılık Mehmet Perinçek ve Amerikalı Tarihçi Prof. Justin McCarthy’nin vurguladığı şekli ile karşılıklı bir kırım yaşandığı ama bunu Ermenilerin başlattığı şeklindedir. Diğer yandan Talat Paşa Komitesinin fikir babalarından Doğu Perinçek’in doğrudan tarafı olduğu Lozan Mahkemesinde görülen davada; soykırımdan  söz edilemeyeceği ve konun siyasallaştırılmayıp tarihçiler tarafından incelenmesi gerektiği sonucu hüküm altına alınmıştır.

Bu iddia ve tezler; bilimsel bir çalışma yapılmadıkça, ortak bir komisyon kurulup arşivler incelenmedikçe, o dönemdeki devletlerin ve tarafların sorumluluğu ortaya konulmadıkça devam edip gidecektir. Bizlere düşen görev ise; sözlerin ötesine geçerek, bilimsel ve tarihi araştırmalarla gerçeğin ortaya çıkarılması ve bu hesaplaşmanın bitirilmesidir. Dikte ettirilenlerin kabulü değil…

 

Bunları da sevebilirsiniz