“Ulusal irade” den vazgeçmeyin!

Ulusal Güçlerin İstanbul Örgütü, Meb’usların İstanbul’da toplanmasında bir sakınca ve tehlike görmez ve Mustafa Kemal Paşa’ya da “barış yapılana kadar İstanbul’a ayak basmaması ve meb’us olmaması” yönünde öğüt verir! Gerekçe de; Yasama Meclisi yetkisini genişletmeye ya da Padişah, Meclis’i dağıtmaya kalkışırsa, kendilerine karşı olanlar tehlikeli tavır takınacak ve İtilâf Devletleri de bundan yararlanacaktır. (20 Ekim 1919) Telgraftaki imza sahipleri Kara Vasıf ve Şevket Bey’e göre “Örgüt’tekilerin düşünceleri, birçok bazı kişilerin düşünceleriyle” desteklenmektedir. Bu bazı kişiler arasında, Hükümet’in üst düzey yetkililerine bağlı, güç sahibi göz doktoru Esat Paşa ve Rauf Ahmet Beyler de bulunmaktadır.

“Bütün düşüncelerin dayandığı noktalar” a göre: “Meb’uslar Meclisi’nin İstanbul’da toplanması kesinlikle zorunludur.” Mustafa Kemal Paşa için “güvence alma” olanağı yoktur, mebus olmaması “gönüllerin sevgilisi” durumunda kalması daha uygundur. Ulusal Meclis, azınlıkların da yeniden katılmaları için dağıtılıp tekrar toplanmalıdır. Hükümet güç duruma düşürülmemelidir. Ulusal Güçlere zarar verecek olanlar da “ne yoldan olursa olsun” elde edilmelidir.

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının düşüncesi ise kendileri için “var olan tehlike”nin bütün milletvekilleri için de var olabileceği yönündedir ve seyirci durumunda kalmaları isteniyorsa gerekçeleri açıklanmalıdır.

Mustafa Kemal Paşa, Kara Vasıf Bey’e çektiği telgrafta; “Ahmet İzzet Paşa Hazretleri, aslında Milli Harekât’ın İstanbul’da kıyıma yol açabileceğini sanıyordu. Sözlerinin dinlenmesi, her şeyden önce bu inanışının değişmiş olup olmadığını bilmemize bağlıdır. Savaşişleri Bakanı Cemal Paşa Hazretlerine gelince, onun da kararsız olduğunu bilmiyor değiliz. Abuk Paşa da eş nitelik ve ruhsal durumdadır. Göz doktoru Esat Paşa hakkında kesin bir düşüncem yoktur. Yalnız kimileri bu kişiyi son derece sınırlı düşünceli, pek fazla şan ve ün düşkünü olarak gösteriyorlar. Kısacası, kararlılıklarında ve düşüncelerinde süreklilik ve doğruluk bulunmayan ve İstanbul’da düşman baskısı altında düşünen devlet adamlarının ve başkalarının öğütleri üzerinde iyi düşünülmesi gerekir.” diyecek ve ilave edecektir: “Asıl şaşılacak nokta, bizi, isimleri bilinen iki üç kişiye güven veremeyen hükûmetin, öbür meb’usları nasıl koruyabileceği sorunudur.”

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarında oluşan kanı şudur: Kendilerini sakıncalı görenler yabancılar değil, mevcut hükümetin üyeleri ve bazı başka kişilerdir. Atatürk şöyle der: “Efendiler, bu haberleşmelerden ve bu haberleşmelerde ileri sürelen düşüncelerden kolaylıkla anlaşılmakta idi ki, bizim, İstanbul’daki örgütümüzün başında bulunanları, hükûmet üyelerinin, şunun, bunun düşünceleri karşısında güçsüz kalmışlar ve artık onların sözcüsü olmaktan başka bir görev yapamıyorlardı.”

Bu zihniyet bugün de farklı  şekillerde sürmektedir. Tek adam rejimine evrilen “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi” ile gerçek vatanseverleri dışlamak kolay hale gelmiştir. İktidar yanlılarının “vatan haini”kalkanı arkasına saklanarak, ülkemizin yararına atılan her adımı, yapılan her uyarıyı bertaraf etmeye çalışmaları vicdanları artık kanatmaktadır Özellikle dincilerin kullandığı bu söylem, artık çıkan ağızlara iade edilmelidir. Umarız Türk milleti Cumhuriyet’in 100. yıl seçiminde demokrasinin gereğini yapacak, sandığa gidecek ve Devlet’imizin kurucu değerlerinin yeniden hayat bulmasını sağlayacaktır.

Mustafa Kemal Paşa, Kara Vasıf Bey’in Sivas’a gelmesini ister. (7 Kasım 1919)  Kara Vasıf Bey ise düşüncesinde ısrarcıdır: “Meclis’i Anadolu’da toplamak düşüncesinden vazgeçmek vatan borcudur.”

Mustafa Kemal Paşa, mebusların toplantı yeri hakkında dikkatli ve duyarlıdır; “bütün özel, genel düşünce ve duyuları incelemek, gerçek eğilimi anlayarak uygulanabilecek kararı bulmak zorunluğu karşısında” olduğunu düşünmektedir. Bir yandan, İstanbul ileri gelenleri ile haberleşmekte, bir yandan da değişik araçlarla kamu oyunu yoklamaktadır. Ordunun görüşünü de almak için Kolordu Komutanlarını Sivas’ta toplantıya çağırır. Görüşmeler başlar,  gündemde şu üç nokta vardır: Meb’uslar Meclisi’nin toplanma yeri, toplantıdan sonra Temsilci Kurul’un ve Ulusal Örgütlerin alacağı biçim ve çalışma yöntemi, Paris Barış Konferansı’nın olumlu veya olumsuz bir karar vermesi üzerine nasıl davranılacağı.

Dernek Merkez kurullarından gelen görüşler de dört başlıkta toplanmaktadır: Birinci görüş Meb’uslar Meclisi’nin İstanbul dışında, ikinci görüş İstanbul’da, üçüncü görüş İstanbul yakınlarında toplanmasıdır. Dördüncü görüş ise “hükûmet uygun bulursa, İstanbul dışında” toplanmakta bir sakınca yoktur, yönündedir.

Bu görüş ayrılıklarının temel nedeni “İstanbul hükûmeti ve onun yardakçılarının kamu oyunu ayrılığa ve karışıklığa” uğratmış olmasıdır. Günümüzde de benzer bir uygulama, “toplumun kafasını sürekli karışık ve bulanık tutmak” yöntemi iktidar eliyle yürütülmektedir.

Atatürk, 16 Kasım-29 Kasım 1919 tarihleri arasında yapılan görüşme ve tartışmalardan çıkan sonuç ve kararların tutanağını Nutuk’ta olduğu gibi vermiş ve “yüksek bilgilerinize”diyerek okumuştur.

Birinci madde özetle şöyledir: Tehlikelere bakmadan, memleketi bunalıma sokmamak için Meclis İstanbul’da toplanacaktır ancak bazı önlemlerin alınması zorunlu olacaktır. Meb’uslar durum hakkında aydınlatılacak ve teker teker görüşleri alınacaktır. Meb’uslar İstanbul’a gitmeden kısım kısım toplanarak alınması gereken güvenlik önlemlerini görüşüp düşüneceklerdir. Dernek örgütleri güçlendirilecek, üst düzey sivil görevlilerden Ulusal Örgütlere bağlı kalacakları üzerine söz alınacaktır.

İkinci maddeye göre; Ulusal Meclis İstanbul’da toplanıp tam güvenlik ve serbestlik içinde yasama görevini yapana kadar Temsilci Kurul dışarda ulusal görevini sürdürecektir.Temsilci Kurul üyeleri Eskişehir yakınlarında toplanıp Meb’uslar Meclisi’nde davranış şeklinin kararlaştırılmasını görüşecektir.

Üçüncü maddeyi de tutanaktaki kelimeleriyle verelim: “Paris Barış Konferansı, hakkımızda olumsuz bir karar verir ve hükûmet ve Ulusal Meclis bunu kabul eder ve onaylarsa uygun ivedi yollarla ulusal iradeye baş vurularak tüzükte açıkça belirlenmiş bulunan ilkelerin gerçekleştirilmesine çalışılacaktır.”

“Meb’uslara verilen direktif” te ise şu satırlar yer alır: “… Meb’uslar topluluğunun dağıtılması ve üyelerinin tutuklanması ya da sürgün edilmesi beklenmez şey değildir…”
Ve o günler çok da uzak değildir…
***
Mustafa Kemal Paşa, “ulusal irade” den ve akıldan asla vazgeçmemiş, dürüstlükten asla taviz vermemiştir. Bugün de sorunların çözümü ulusal iradededir. Ülke çıkarlarını hiçe sayan hükümetler/ yöneticiler karşısında akıl sahiplerini sorumluluk almaya çağıran ve dürüst olmanın önemine vurgu yapan şu iki ayeti de yeri gelmişken paylaşmak isteriz. Şöyle der ayetlerde:

“Sizden önceki kuşakların içinde akıllı olanların yeryüzünde bozgunculuğa engel olmaları gerekmez miydi? Ancak, onlardan kurtardığımız pek azı bunu yaptı. Haksızlık edenler, kendilerine verilen görkeme kapılıp azdılar ve suçlu oldular… Rabbin, halkı dürüst olan kentleri, putperesttir diye yok etmez.” (Hud, 116-117)

İşte Atatürk bu “pek azı” denilen gruptadır; kendi devrindeki bozgunculuğa engel olmuştur.

Bu bağlamda bir kez daha belirtelim ki; bir yandan hukuk devleti ve laik eğitim sisteminin dibe vurduğu, yoksulluk, yolsuzluk ve cehaletin ise tavan yaptığı, diğer yandan dinciliğin, din dışılığın devletin her kademesine, ülkenin her yerine yayıldığı, sakat cemaat ve tarikat zihniyetinin genç hayatları yok ettiği şu uğursuz günlerde Atatürk aklı ve dürüstlüğüne her zamankinden daha çok ihtiyacımız var!

Canan Murtezaoğlu

Bunları da sevebilirsiniz