Vahyin akışı (6); din satanların çokluk yarışı

Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözüyle yazımızın girişini yapalım: “İnsanlar ve insanlardan meydana gelen topluluklar her şeyden evvel bütün bireyleriyle doğru bir düşünüş biçimine sahip olmalıdırlar. Düşünüş biçimi zayıf, çürük, hasta olan bir toplumun bütün çalışması boşadır.”

Yaşanan iki büyük deprem ve ardında gelen amansız sel felaketi, nasıl bir zihniyetle yönetildiğimizi de iyice gözler önüne serdi. Atatürk’ün sözleri âdeta vücut buldu. Dini kullanarak işbaşına gelenlerin yarattığı hukuksuz, liyakatsız ortam ve bu ortamın gösteriş düşkünü, kibirli, nobran ve bir o kadar da vurdumduymaz yöneticileri yüzünden doğal olaylar yıkıcı âfetlere dönüştü. Binlerce insan, canlı-cansız enkaz altında kaldı, canlar, bedenler toprağa/sulara karıştı, yitip gitti. Gerçek kimliklerini belki de ömür boyu öğrenemeyecek olan bebekler yabancı ellerde kaldı. Yıkım gerçekten çok yönlü ve çok büyük ve yürekleri kanatıyor. Cisimleşmiş bir sorumlu/sorumlular ise hâlâ bulunamadı. Ancak biz o sorumluların, Kur’an’da olmayan fakat dincinin kutsallaştırılmış hizip kitaplarında (zübür) olan “kader” anlayışını kendilerine paravan yapanlar olduklarını biliyoruz.

Dinin aldatma aracı olarak kullanılacağının işaretleri, vahiy sırasına göre dördüncü grup beş sure olarak kabul gören Tekâsür, Mâûn, Kâfirûn, Fil ve Felak surelerinde de mevcut ancak önce surelerin Mekkî – Medenî ayrımına kısaca değinelim.

Esra Gözeler’in, “Mekkî-Medenî Sure Tertipleri” başlıklı bir çalışmasında (Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 58:1 (2017), ss.225-238) şöyle deniyor:

“Mekkî-Medenî surelere dair ṣaḥâbe (Hz. Peygamber’le sohbet edenler) ve tâbiûn (sahabeleri görmüş ve onlarla bir şekilde irtibat kurmuş olanlar) dönemlerinden itibaren klasik kaynaklarda hem kronolojik tertipler şeklinde hem de tefsirlerde sure başlangıçlarında farklı bilgiler/rivayetler nakledilmiştir. Hz. Âişe rivayeti bu konuya ilginin en erken kaynağı olmaktadır. İbn Abbâs, Mucâhid ve Ḳatâde rivayetleri de erken dönemin tefsir ilgisini yansıtmaktadır. Bu rivayetler arasındaki farklılıkların temel sebebi hem sözlü hem de yazılı aktarım sürecinde surenin/surelerin hatalı nakledilmiş veya yanlış yazılmış olmasıdır. Zira surelerin nuzûl sırasının ictihadî değil, ayetlerin nuzûl bağlamlarına/şartlarına göre biliniyor olması gerekir. Bu da sadece otantik (belge değerinde olan, gerçeğe dayanan, özgün) bir tertibin olması gerektiği sonucuna ulaştırmaktadır.”

Çalışmada bahsi geçen kaynaklara göre Mekkî sure sayısı 86, Medenî sure sayısı 28’dir. En eski rivayet Muhammed peygamberin eşi Âişe’ye dayandırılıyor. Âişe’den gelen rivayetleri aktaran da Tabiun neslinden el-Ḳâsım b. Muḥammed adlı bir fakih ve ölümü 725 olarak verilmiş yani Hz. Muhammed’in vefatından 93 yıl sonra. Âişe’den rivayet edilen sure sayısı 15’tir. Gözeler şöyle diyor: “Rivayetin başında ‘hicretten önce 16 surenin nâzil olduğu’ belirtilmesine rağmen rivayette 15 sure ismi yer almaktadır. Rivayette az sayıda surenin zikredilmesinin nedeni, Hz. Âişe’nin bir soruya cevaben ‘bu gibi surelerin’ Mekke’de nâzil olduğunu belirtmek üzere bu sureleri saymış olması olabilir. Dolayısıyla bu listedeki surelerin rivayette yer alış sıralarının aynı zamanda nuzûl sıralarını yansıttığını söylemek zordur.”

Metinde yer alan üç temel kaynağa göre Alâk, Mekkî yani ilk vahiy döneminin ilk suresidir. Medenî yani Hicret’ten sonraki dönem içinde inen vahiy ise 28 surede toplanmıştır ve yine aynı kaynaklara göre bu dönemin ilk suresi de Bakara’dır. Gerek Mekkî gerekse Medenî surelerin vahye göre sıralanmasında Alâk ve Bakara dışında kalan surelerde çok farklı dizilişler olduğu da belirtilmiş.

Mekkî surelerin ayetleri kısadır; şirk, ahiret, sevap-günah gibi inanç ve ahlak konuları çoğunluktadır, cihat ayetleri yoktur. Ayetleri uzun olan Medenî surelerde ise ibadetle ilgili anlatımlar yanında; hırsızlık, iftira, adam öldürme, savaş, ganimet, ticaret, zina, aile hayatı, kadın hakları, evlenme, boşanma gibi konuları görmekteyiz. Cihat ayetleri içeren Medenî surelerin diğer konuları da Yahudiler ve Hristiyanlardır. O günkü toplum hayatını ilgilendiren sorunlara getirilen hukukî yaklaşımları Medenî surelerde görüyoruz.

Mekke’de sadece dinî tebliğ görevinde bulunan ancak Medine’ye geldikten sonra İslam Devleti’nin başkanı olma görevini de üstlenen Muhammed peygamberin aldığı vahiylerin dönemlerine paralel içerikte olması dikkat çekicidir. Belki bu durum, Yâsîn suresi 6. ayet nedeniyledir: “Babaları uyarılmamış, tam gaflet içinde bir toplumu uyarman için gönderildin.”

Günümüzde, vahiy sırasına göre düzenlenmiş meallerdeki dördüncü grup beş sureye gelince:

Tekâsür / Çoğumsama: 8 ayet içeren bu surenin adının anlamı; çokluk yarışı yapmak, çoklukla övünmektir. Kur’an’ın bir tür putperestlik olarak dikkat çektiği başlık; mal ve evlat çokluğu ile övünmek ve bu konuda yarışa girmektir. İşlenmek istenen diğer bir konu da esas olanın nitelikli insan olduğudur. Günümüzden örneklersek; Meclis’i ele geçiren sayıca üstün ancak niteliksiz eller ve onların kalkıp inmesiyle yaşanan felaketler artık toplum tarafından bilinmektedir. 2023 seçimlerine günler kala; hızlı tren, hastane, köprü yapmayı yani halkın parasını kullanarak “sırat köprüsü” nü geçmeyi öneren, Allah ile aldatan din tâcirlerinin “tekâsür” yarışına dur denilmelidir.

Mâûn / Yardımlık: 7 ayetlik bu surenin ilk ayeti; “Gördün mü o dini tekzip edeni?”(Elmalılı), “Hesaplaşmayı yalanlayanı gördün mü?” (H. Atay) ya da “Gördün mü o dini yalan sayanı?” (Y. N. Öztürk) şeklinde çevrilmiş. Sonra gelen ayetlerde bu “din ya da hesaplaşma” nın açılımı; yetimi itip kakanlar, yoksulu doyurmayı özendirmeyenler yani kamu malının paylaşılmasını engelleyenlerolarak veriliyor! Sure, namazla/ibadetle riyayı/gösterişi birleştirenleri de açığa vurarak sonlanıyor. Kur’an, 14 asır önceden dinci yapıyı açıklamış. Türk milleti olarak bizler de bu dinci yapıyı, tüm çıplaklığı ile milenyumdan beri yakından tanıma “lütfu” na erişmiş bulunuyoruz, hamdolsun!

Kâfirûn / İnkârcılar: Hz. Muhammed tarafından hazırlanan, Medine site devletinde yaşayan Müslümanlar, Yahudiler, müşrik Araplar ve Hristiyanlarla yapılan 47 maddelik Medine Antlaşması’na göre, antlaşmaya taraf olan her grup kendi inancını rahatça yaşayabilme garantisi altındaydı. Böylece  surenin son ve 6. ayetinin; “Sizin dininiz size, benim dinim bana!” ifadesi hayata geçmişti.

Burada şunu da belirtelim: Atatürk’ün kurduğu ve laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nde din ve vicdan özgürlüğü Anayasa (m.24) ile güvence altındadır. Dinin her türlü çıkar hesaplarından uzak tutulması ve siyasete âlet edilmemesi ise laikliğin esaslarındandır.

Fil / Fil: 5 ayet içeren bu sureden çıkarılabilecek manevî ders, “O, büyüklük taslayanları sevmez.” (Nahl/Bal Arısı, 23) ifadesiyle verilebilir. Hikâyeye göre Habeş hükümdarı Ebrehe, Hristiyanlığın yayılmasında engel gördüğü Kâbe’yi yıkmak için Mekke’ye yürür. Ebrehe’nin askerleri önce Mekke’yi yöneten Abdülmuttalip’in (Hz. Muhammed’in dedesi) develerine el koyarlar. Ebrehe, savaşmaya gelmediğini, engel olunmadığı takdirde de kendilerine dokunulmayacağını bildirir. Görüşmeye giden Abdülmuttalip ise sadece sahibi olduğu develeri geri ister, Kâbe’yi sahibinin koruyacağını söyler, toplumuna da dağlara, vadilere çekilmeleri için emir verir. Fillerin eşliğindeki görkemli ordu hücuma geçer ancak ordunun önünde duran ve büyük tahrip gücü olarak düşünülen fil yere çöker ve kımıldamaz. Ordu ve filler, aniden ortaya çıkan kuş sürüsünün (ebabil) saldırısına uğrarlar. Kâbe korunmuştur. Kuşların bıraktığı ve askeri “yenik ekin yaprağı” na çeviren “ateşten çıkmış taşlar” ın aslında ne olduğunu bilimin ilerlemesiyle belki bir gün anlamak mümkün olacaktır. Günümüzde ise toplum, ebabil kelimesini bir başka vesile ile daha hatırlamış oldu: Ebabil Harekâtı. Dincinin bu özel sanal âlem yapısı basında; “halkın kaynakları ile halka karşı kullanılan ve iktidar tarafından fonlanan sosyal medya girişimi”(https://www.birgun.net/haber/pelikan-a-rakip-ebabil-harekati-302021) olarak tanımlandı.

Felak / Karanlığı Yarma: 5 ayetten oluşan sure “kötülük” çeşitlerinden Yaratıcı’ya sığınmayı anlatır. Bu kötülükler; Yaratıcı’nın yarattıkları, gecenin karanlığı, düğümlere üflemek olarak çevrilen bir tür sihir ve hasetçinin şerri olarak verilmektedir.

Dinin çıkar odaklı, aldatma aracı olarak kullanılması ya da siyasete âlet edilmesi belli ki bitmeyecektir.

Umut ise felakta yani karanlıktan ışığı çıkarmaktadır.

Canan Murtezaoğlu

Bunları da sevebilirsiniz